Bilgi Yarışması, Ana Sayfa

Ana Sayfa

İkili Yarışmalar

Kelime Yarışmaları

Zeka Yarışmaları

Günlük

Foto Kulüp

Bir Soru

Serbest Kürsü

Dostluk

Üyelik
Ana Sayfa
Seçkin Üyelik
Mesaj Kutusu
Tavsiye Et
Tıkla Kazan
Ödül Listesi
Gruplar / Sıralama
Sohbet Odaları
  Üyelik
Kullanıcı adı
Şifre
Yeni üye
Şifremi unuttum
Tavsiye Edenlere 10,00 Bonus
Tavsiye edeceğiniz e-posta adresi


%50 Daha Hızlı Flash Menü

Aktif soru
27.965
Aktif üye
1.431

Bayrak

GÜNLÜK ÖZELLİKLERİ
Günlük sahibimakro3002 -
Günlük adıBirşeyler. - Herkese açık günlük
Toplam okunma sayısı225592
Son güncelleme / Toplam kayıt6.08.2013 15:07:00 / Toplam kayıt: 36

GÜNLÜK KAYITLARI
Yeni yorum girAç/Kapa

-Acaba bizler, Amerikanın  "barış ve demokrasi sembolü" olarak lanse ettiği İsrail'in, içi küçük çocuklarla dolu bir ambulansı nasıl olup da havaya uçurduğunu, ya da sivil yerleşim bölgelerini nasıl olup da fütursuzca bombaladığını anlamakta güçlük çektiğimizin farkındamıyız.

-Acaba Batı medyasının ve bizim bazı şaibeli yazarlarımızın  propaganda tezgahından etkilenmeden, İsrail'in gerçek kimliğini göz önünde bulundurarak olaylara baktığımızda, İsrail'in söz konusu operasyonlarının bir tek amaca hizmet ettiğini ve hiç bir şaşırtıcı yönü olmadığını görebilirmiyiz.

-Acaba İsrail, bir terör devletimidir; terör, Yahudi Devleti için olağan bir dış politika aracımıdır.

-Acaba şimdi Filistin’deki o nca yıkım ve katliam sonrası yine Ortadoğu da meyveleri toplamanın zamanımı gelmişti, İsrail’in istediği ve planladığı doğrultuda, ateşkes yapıldı. “İnsanlar ölmüyor artık”.

-Acaba bizlerin, Arapların menfaatleri için öz kardeşlerini bile sırtından vurmalarına sebep olan karaktersizliklerine duyduğumuz, Tarihi kızgınlık, bazı gerçekleri görmemizi mi engelliyor?

-Acaba sadece bunun için mi Arap teröristlerin yaptığı iğrençlikler gözümüze batıyor?

-Acaba bunun için mi İsrail  askerlerinin, kafalarına sopalarla vurarak Filistin’li sivil halkı katletmeleri nahoş gelmiyor. Bekli de istem dışı Arap teröristler hak etmiştir diye es geçiyoruz.

-Acaba İsrail’in bugüne kadar katlettiği Arapların hepsi terörist olsaydı, Ortadoğu da bir tek Arap terörist kalmamış olması gerekmezmiydi.

Arapları sevmiyor olmam, sadece Arapların terörist olmadığı gerçeğini değiştirmiyor.        

“İSRAİL BİR TERÖR DEVLETİDİR. AMERİKA’DA o nUN MÜTTEFİKİDİR”

İsrail'in geçmişine ve günümüze objektif olarak baktığımızda, bu tanımı kesinleştiren yüzlerce örnek bulmak mümkündür.  



Kayıt tarihi : 27.08.2006 - Toplam yorum : 0


Yeni yorum girAç/Kapa
Ulu tanrı'm, akıl ermez sırrına,
Binbir ismi hakda pinhan edersin.
İçirirsin sabrın peymanesini,
Hikmetini sonra ayan edersin.

Gizlenirsin bir nüvenin içinde,
Ademin de şeytanın da cinin de,
Her milletin ayrı ayrı dininde
Şirke, küfre, rayhi bürhan edersin.

Kayıt tarihi : 23.08.2006 - Toplam yorum : 0


Yeni yorum girAç/Kapa
Aşk olursun, gönlümüzü yakarsın,
Leyla olur karşımıza çıkarsın,
Rakıyb olur canımızı sıkarsın,
Vuslatını bize hicran edersin.

Bozuktur düzenin, olmazsın akort,
Tavşana kaç dersin, tazıya aport,
Haham, papaz, hoca ettikçe zart zurt,
Alay eder, güler isyan edersin.

Sen indirdin yere şu dört kitabı,
Ayrı ayrı her birinin hisabı,
Her bir dinin sensin putu, mihrabı,
Yalanına kendin iman edersin.

Zerdüşt olmuş görünmüşsün ateşte,
Brahmen'in vişno'sısın güneşte,
Bir parlayış parladın ki kureyş'te
Mahbubunu zatına şan edersin.

Kayıt tarihi : 23.08.2006 - Toplam yorum : 0


Yeni yorum girAç/Kapa
Hem goncasın, hem bülbülsün, hem diken,
Hem canansın, hem de çileyi çeken,
Hikmetine def'ineler açıkken
Seyyah, derviş olur selman edersin.

Yok olmadan var olmanın yolu yok,
Kendin gibi seni arayan pek çok,
Hiç şaşırmaz kaderden attığın ok,
Sevdiğini aşka nişan edersin.

Çiftçi olur, öküzünü haylarsın,
Ağa olur, hizmetkarı paylarsın,
Yersin, göksün, yıllar, günler, aylarsın,
Asırları toplar bir an edersin.

Görünürsün her velide, delide,
Mustafa'da avram'da pandeli'de,
Bir maymuncuk gibi her bir kilide
Hem uyarsın hem de bühtan edersin.

Kayıt tarihi : 23.08.2006 - Toplam yorum : 0


Yeni yorum girAç/Kapa
Neşve olur, gizlenirsin şarabda,
Helal, haram yazılırsın kitabda,
Sevdalarla şu inleyen rebabda,
Sensin, aşıkları nalan edersin.

Zincir olur mecnunları bağlarsın,
Görür, acır, karşısında ağlarsın,
Irmak olur dere tepe çağlarsın,
Tufan olur, dehri viran edersin.

Bir ot idin, kamış oldun, ney oldun,
Feryadına karşılık hey hey oldun,
Su, kök, filiz, asma, üzüm, mey oldun,
Her katranı bana umman edersin.

Çıban olur, enselerde çıkarsın,
Yanar canın yine kendin sıkarsın.
Kendin yapar, kendin yakar yıkarsın,
Sigortadan ne kar, ziyan edersin?

Kayıt tarihi : 23.08.2006 - Toplam yorum : 0


Yeni yorum girAç/Kapa
Maymun olur, ısırırsın kralı,
Hala yunan canevinden yaralı,
Yıldızını o yar sardı saralı,
Venizelos'musun devran edersin, .

Bir iraden adam yapar eşeği,
Azlolurken batar o na döşeği,
Gazabındır şu felaket şimşeği,
Her nereye çaksan suzan edersin.

Çıkmayan bir candan umut kesilmez,
Rahmetinden zerre bile eksilmez,
Gözümüzü senden başkası silmez,
Güldürmeden önce giryan edersin.

Şımartırsın bir sonradan görmeyi,
Öğretirsin halka çorap örmeyi,
O çalarken tam gözünden sürmeyi,
Yakalarsın, hapse ferman edersin.

Kayıt tarihi : 23.08.2006 - Toplam yorum : 0


Yeni yorum girAç/Kapa
Zengin olur kasaları kitlersin,
Fakir düşer garip başın bitlersin,
Deri, kemik, beden bizi ciltlersin,
Hicranlara canlı divan edersin.

La'netin mi şu şin islam kapısı,
Yedi cehennneme bedel yapısı,
Zebanilerde mi bunu tapısı?
Bu çeteyi sen perişan edersin.

Dar-ün nedve midir şu dar-ül-hikme
Savurdular birbirine çok tekme.
Kuyruğu sakattır, pek hızlı çekme,
Eşeklerle bizi handan edersin.

Kudururlar arpalıkla, tiridle,
Girişirler kafa, göz, yüz, dividle;
Geğirirler, anırırlar, tecvidle,
Harf-ı meddi yular, kolan edersin!

Kayıt tarihi : 23.08.2006 - Toplam yorum : 0


Yeni yorum girAç/Kapa

Fitne için yeter izmir'li cüce,
Yelken takar devedeki hörgüce,
Kürek çeker akıntıya her gece,
Boklu dereye mi kaptan edersin?

Uçarken havada gaflete daldım,
Fena suretinden bir buse aldım,
Süleyman tahtının altında kaldım,
Cibril'i şaşırtan o burak benim.

Felek allem, kader kallem eyledi,
Hind'de buda tur'da musa eyledi,
Beni bana herkes nasıl söyledi?
Dillerde destanda bu merak benim.

Serseri bir kıdemliyim ocakta,
Kaynamışım nice kabda kucakta,
Buz kesildim sinirimden sıcakta,
.........
NEYZEN TEVFİK KOLAYLI (istanbul: 1921)



Kayıt tarihi : 23.08.2006 - Toplam yorum : 2


Yeni yorum girAç/Kapa
NEYZEN TEVFİK KOLAYLI
Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler;
Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus! dediler...
Künyeni almak için, partiye ettim telefon,
"Bizdeki kayda göre, şimdi o meb'us!" dediler...

Kim demiştir kanun alınmıştır ayak altına,
Böyle bir halin vukuunda hamiyyet çiğnenir.
Devleti yolsuz görenler halt eder bir beldede,
Kaldırım olmazsa kanun-ı hükûmet çiğnenir.

Felsefemdir kitab-ı imânım,
Taparım kendi rûhumun sesine.
Secde eyler hâkikatim her ân,
Kalbimin âteş-i mukaddesine.

Gözünü aç daha meydan var iken,
Dizginin canbaz elinde Neyzen!
Girmedim ya kapısından baktım,
Cennet'i at pazarı sandım ben.

Bî-namaz deyip beni Hak'dan uzak gören,
Sığmaz senin hayâline mihrâb ü mübrem.
Sen sade beş vakitte ararsın Allahını,
Ben her zaman o nunla emîn ol beraberim.

Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Geçmez ele bir pâye, kavuk sallamayınca,
Kürsî-i liyakat pezevenk, puşt olanandır!
BİRAZ AĞIR OLMUŞ NEYZEN BABA, FAKAT BENCE BİR SAKINCASI YOK.


Kayıt tarihi : 23.08.2006 - Toplam yorum : 0


Yeni yorum girAç/Kapa

Sevgide güneş gibi ol,

Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol,

Hataları örtmede gece gibi ol,

Tevazuda toprak gibi ol,

Öfkede ölü gibi ol,
Her ne olursan ol,
Ya olduğun gibi görün, Ya göründügün gibi ol.

Eşekten şeker esirgenmez ama eşek yaratılışı bakımından otu beğenir.

 Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır.

Pisler, pisliklerini yapar ama sular da temizlemeye çalışır.

Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür.
Selviyi hür bir halde yücelten,kederi de sevinç haline sokabilir.

Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar.

Dünya tuzaktır. yemi de istek.İstek tuzaklarından kaçının.

 Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok ama susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok.

 Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.

 Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek,inciyle denizin varlığından da şüphe eder.

 Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.

 Oruç tutmak güçtür, çetindir ama
Allah'ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından, bir derde uğratmasından daha iyidir.

 Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz.
Suyu başına döksen, başı kırılmaz.
Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan, toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.

 Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana,içinde inci vardır.

 Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir.
Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.

 Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?

Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker o nları.

Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?

Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça o na ham derler.

 Her dil, gönlün perdesidir.Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.

 Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.

 İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun
diye bu alem yok değildir.

 A kardeş, keskin kılıcın üzerine atılmadasın,tövbe ve kulluk kalkanını almadan gitme.

 O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti.
Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.

 Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan,
bir sevgiliye feda edilmedikten sonra.

 Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor,
gama binlerce defa aferin.

 Nefsin, üzüm ve hurma gibi tatlı şeylerin sarhoşu oldukça,
ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki?

Şu dünyada yüzlerce ahmak, etek dolusu altın verir de, şeytandan dert satın alır.

 Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.

 Leş, bize göre rezildir ama, domuza, köpeğe şekerdir,helvadır.

 Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?

 Nasıl olur da deniz, köpeğin ağzından pislenir, nasıl olur da güneş üflemekle söner?

 Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar

 Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayıverir.

 O beden testisi ab-ı hayatla dopdolu, bu beden testisi ise ölüm zehiri ile.
İçindekine bakarsan padişahsın, kabına bakarsan yolu yitirdin.

MEVLANA CELALEDDİN'İ RUMİ



Kayıt tarihi : 19.08.2006 - Toplam yorum : 1

Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok. Hepsi çok güzeldi de; bu lafı her zaman beğenmişimdir.Ellerinize sağlık.:))

İlginize teşekkür ederim, Sevgili kardeşim.


Kayıt tarihi : 19.08.2006 19:27:00 - Yorum sahibi: guzin4


Yeni yorum girAç/Kapa

Konya’da, eski adıyla güllük mevkiinde Şems Parkı olarak bilinen alanın içinde eski bir cami ve türbe vardır. Yılın her günü ziyaretçilerle dolup taşan Mevlânâ türbesine yaklaşık o n dakikalık mesafedeki bu mekânı bilen ve ziyaret edenlerin sayısı ise parmakla gösterilecek kadar azdır.

Sözünü ettiğimiz türbe, Mevlânâ’yı hakikâtin sırlarına ulaştıran bir zatın adını taşımaktadır. Tahmin ettiğiniz gibi Şems-i Tebrizi’nin adını....

Büyük bir arif olduğu bilinen Melikdad oğlu Ali adlı bir kişinin oğlu olan Muhammed Şemseddin, 1164 senesinde Tebriz’de dünyaya gelmiştir. Henüz çocukluk ve ilk gençlik yıllarında bile kendi kuşağının çocuklarından bambaşka olduğunu göstermiş, anne babasını,yakınlarını, hocalarını hayrete düşüren davranışlar ortaya koymuştur. Zamanın ölçülerini aşan bu zat, çocukluk dönemine ait bir anıyı şöyle anlatıyor:

“Henüz ergenlik çağına girmemiştim. Aşk deryasına daldım mı otuz kırk gün hiçbir şey yiyemezdim; istekten kesilirdim. Günlerce açlığa susuzluğa katlanırdım. Bir gün babam bana çıkıştı : ’ Oğlum’, dedi ‘ben senin bu halinden bir şey anlamıyorum. Bunun sonu nereye varacak?‘ ben o na şu cevabı verdim:

‘Baba, seninle benim babalık ve evlatlık ilişkimiz neye benzer bilir misin? Bir tavuğun altına tavuk yumurtalarıyla bir de kaz yumurtası koymuşlar. Vakti gelip de civcivler çıktığı zaman, bunlar hep birlikte analarının ardına düşerler, bir göl kenarına gelirler. Kaz yumurtasından çıkan civciv hemen kendini suya atar, bunu gören ana tavuk, eyvah yavrum boğulacak der. Çırpınmaya başlar. Halbuki kaz yavrusu, neşe içinde suda yüzmektedir. İşte, seninle benim aramdaki fark da böyledir.”

Muhammed Şemseddin, bazı görüşlerin ve Mevlana’nın müridi, öğrencisi olduğu yolundaki yaygın inanışın aksine, basit bir batıni dervişi değil, üstün vasıflarla bezenmiş, hatta vasıftan dahi söz edilemeyecek yapıda bir zattır. Mevlana gibi zahir ve batın ilimlerinde yüksek derecelere ermiş, müderrislik, müftülük yapmış seçkin bir insanı aşk ateşiyle pişirip o na mânâ aleminin pencerelerini açan biri hakkında başka nasıl düşünebiliriz ki?

Her sözü, sohbeti ve bakışı ile insanları alt üst eden, dar, sınırlı bir ahlaktan Allah’ın ahlakı anlayışına çeken Şems, kendisi için şunları söylüyor :

“Ben bir tarafta, dünyanın insanla şenelmiş dörtte bir kısmının halkı da bir tarafta olsa,beni sorguya çekse o nlara cevap vermekten kaçınmam ve daldan sıçramam. Ne kadar zor şey sorsalar cevap üstüne cevap veririm. Benim bir sözüm, o nlardan her birisi için o n cevap ve hüccet olur.”

Bir gün Baba Kemal’in, kendisine Şeyh Fahreddin Iraki’ye açılan sırlardan ve hakikâtlerden yana bir keşif gelip gelmediğini, sorması üzerine Tebrizi:

“Ondan daha çok müşahade gelir! Ancak o nun bildiği bazı ıstılahlar vardır,onun için gördüğünü en sevimli şekilde sunar. Bana gelince, bende öyle güç yoktur.” diye cevap verir. Baba Kemal de
“Allah ü Teala, sana günlük bir arkadaş versin ki, evvellerin ahirlerin bilgilerini hakikâtlerini senin adına izhar etsin. Hikmet ırmakları o nun kalbinden diline aksın, harf ve ses kıyafetine girsin, o kıyafetin rütbesi de senin adına olsun” der.

Makalat adlı eserindeki ifadelerinden o nun Tebriz’de Ebubekir adlı Şeyhinden feyz aldığı anlaşılır, ancak yine kendisinin bildirdiğine göre, şeyhi o nda olan bir şeyi görememiş, başka kimsenin de göremediği bu farkı, sadece Hüdavendigârı Mevlana anlayabilmiştir.

Zaten şeyhi o nu daha fazla olgunlaştırmanın kendi gücünü aştığını anladığı zaman seyahate çıkmasına izin verir. O da diyar diyar gezip Sohbetine dayanabilecek bir dost, bir mürşit arar. Fakat aradığını bir türlü bulamaz, hiç kimse o nu tatmin edemez. Konuştuğu kişileri imtihan eder,istediği cevabı alamayınca oradan ayrılır. Kendisini olgunlaştıracak bir şeyh aradığını söyler; ama bütün şeyhleri kendine mürid yapıp arayışına devam eder.

Memleketi olan Tebriz’de kendisine manevi kemalinden dolayı “Kamili Tebrizi”, durmadan gezdiği, yolları tayy ettiği için “Şemseddin-i Perende” (uçan Şemseddin) derler.



Kayıt tarihi : 19.08.2006 - Toplam yorum : 1

ÇOK GÜZEL BİR YAZI DOSTUM ORKAM, ZEVKLE OKUDUM.PAYLAŞTIĞIN İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.ELİNE SAĞLIK.

İLGİNE TEŞEKKÜR EDERİM MARTI KARDEŞİM.


Kayıt tarihi : 19.08.2006 14:35:00 - Yorum sahibi: gazozkapaa


Yeni yorum girAç/Kapa

Bir gün yolu Bağdat şehrine düşer. Orada meşhur sofilerden Şeyh Evhadüddin Kirmani’yi bulup neyle meşgul olduğunu sorar.

“Ayı leğendeki suda görüyorum” diye cevap verir Kirmani.

Şems Hazretleri bu cevap üzerine:

“Boynunda çıban yoksa neden başını kaldırıp da o nu gökte görmüyorsun? Kendini tedavi ettirmek için bir doktor bulmaya bak. Böylece, neye bakarsan gerçekten bakılmaya değer olanı o nda görürsün” der.

Kirmani Hazretleri Şems’in ellerine sarılıp müridi olmak istediğini söyler. Şems’in cevabı kesindir: “Sen benim arkadaşlığıma dayanamazsın!”

Ama, Evhadüddin, ısrarlıdır. Nihayet, Şems, Bağdat pazarının tam ortasında birlikte şarap içmek şartıyla kabul edeceğini söyler. Evhadüddin “bunu yapamam” deyince,

“O zaman benim için şarap bulup getirir misin?” sorusunu yöneltir. o nu da yapamayacağını bildiren Kirmani’ye “ben içerken bana arkadaşlık eder misin? ”diye sorar. “Edemem” yanıtı üzerine artık Şems Hazretleri, “ Erlerin huzurundan ırak ol!”diye bağırır. “Bana arkadaş olamazsın . Bütün müridlerini ve dünyanın bütün namus ve şerefini bir kadeh şaraba satmalısın. Bu aşk meydanı erlerin ve bilenlerin işidir. Ve şunu da iyi bil ki ben mürid değil, şeyh arıyorum.

Hem de rastgele bir şeyh değil, hakikâti arayan olgun bir şeyh!..”

Kirmani, teslimiyet ve kabiliyet imtihanını bu nedenle geçememiş, o nun asıl maksadını idrak edememiştir.

Tebrizi, arayışları sırasında bir rüya görür. Rüyasında kendisine bir velinin arkadaş edileceği bildirilir. Üst üste iki gece rüya tekrarlanır ve o velinin Rum ülkesinde olduğu haberi verilir.
Onu aramak için yollara düşmek ister, fakat daha zamanının gelmediği, “işlerin vakitlerine tabi ve rehinli olduğu bildirilir.”

Şems ilahi tecellilerle mest olduğu, tam mânâsıyla istiğraka daldığı, müşahedenin güzelliğine beşer kuvvetiyle tahammül gösteremediği zamanlarda “gizli velilerinden birini bana göster” diyerek niyaz eder ve sabırsızlanır. Üzerindeki o yoğun halleri dağıtmak için başka işlerle oyalanmaya çalışır. Para almadan inşaat işlerinde bile çalışır.

Nihayet bir gün;

“Madem ki ısrar ve arzu ediyorsun O halde şükrane olarak ne vereceksin?” diye bir ilham gelir.

O da “başımı!..” cevabını verir.

Bu cevaba karşılık olarak,

Bütün kâinatta Mevlana-yı Rumi Hazretlerinden başka, senin şerefli arkadaşın yoktur.” haberi gelir.

Artık Rum ülkesine gitmek, o sevgili ile görüşmek ve yolunda başını feda etmek üzere yola çıkacaktır.

Uzun bir yolculuğun ardından Şemseddin Muhammed, M. 1244 yılının Ekim ayında Konya’ya gelir. Kaldığı han odasının anahtarını boynuna zamanın tüccarları gibi asıp çarşıda dolaşmaya başlar aşk ve ilmin tüccarı olduğuna işaret ederek...

İkindiye doğru, ana caddede, katıra binmiş, talebeleri etrafında dört dönen bir müderris görünür. Şems aradığı dostun o olduğunu anlar. Önüne geçerek katırın dizginlerini tutar ve keskin bakışlarıyla:
“Sen Belhli Baha Veled’in oğlu Mevlana Celaleddin misin?” diye sorar.

Mevlana “evet” diye cevap verir. Şems:

“Ey müslümanların imamı! Bir müşkülüm var. Hz. Muhammed mi büyük, Bayezid-i Bistami mi?

Sorunun heybetinden kendinden geçen Mevlana, kendini toplayınca;

“Bu nasıl sual böyle? Tabi ki, Allah’ın elçisi Hz. Muhammed bütün yaratıkların en büyüğüdür.”

O zaman Şems:

“O halde neden Peygamber bu kadar büyüklüğü ile Ya Rabbi seni tenzih ederim, biz seni layık olduğun vechile bilemedik” buyururken,

Bayezid, “Ben kendimi tenzih ederim! Benim şanım çok yücedir. Zira cesedimin her zerresinde Allah’tan başka varlık yok!..” demekte?

Mevlana:

“Hz. Muhammed, müthiş bir manevi susuzluk hastalığına tutulmuştu,’biz senin göğsünü açmadık mı?’ şerhiyle kalbi genişledi. Bunun için de susuzluktan dem vurdu. O Her gün sayısız makamlar geçiyor, her makamı geçtikçe evvelki bilgi ve makamına istiğfar ediyor, daha çok yakınlık istiyordu.
Bayezid ise, bir yudum suyla susuzluğu dindi ve suya kandığından dem vurdu. Vardığı ilk makamın sarhoşluğuna kapılarak kendinden geçti ve o makamda kalarak bu sözü söyledi.”

Şemsi Tebrizi, bu cevap karşısında “Allah”diyerek yere yuvarlanır.
Mevlana, hemen atından inip yanındaki adamların da yardımıyla o nu yerden kaldırıp medresesine götürür.

Artık bu medresede iki âşık, hiç dışarı çıkmadan, yanlarına kimsenin girmesine izin verilmeden aylarca sürecek sohbetlere dalacaktır. Mevlana bunca zaman kitapların, sayfaların arasında aradığı ve Şeyhi Seyyid Burhaneddin’in yıllarca önceden müjdelediği sevgilisine, gönül dostuna kavuşmuş,o andan itibaren de bütün yaşamı değişmiştir.

Şems, önce o nu çok değer verdiği zatların, hatta babasının bile eserlerini okumaktan men eder, değer verdiği bütün kitaplarını birer birer havuza atar. Daha sonra hiç kimseyle konuşmasına izin vermez.

Medresedeki derslerini, vaazlarını terk etmek zorunda kalır.

Şimdi sıra imtihanlardadır...
Bir gün Şems-i Tebrizi, Mevlana’yı denemek maksadıyla güzel bir sevgili ister o ndan. O da güzellikte eşi bulunmayan karısını getirir tereddüt etmeden . Şems, “bu benim can kız kardeşimdir. Bu olmaz. Bana hizmet edecek bir erkek çocuğu bul” der.

Mevlana, Oğlu Sultan Veled’i o na kul olsun diye getirir. Şems, “bu kalbimi bağlayan oğlumdur. Şimdi şarap olsaydı, su yerine o nu içerdim. Ben o nsuz yapamam” deyince, Mevlana hemen gidip Yahudi mahallesinden bir testi şarap getirir.

Şems, bu teslimiyet ve itaatten hayrete düşüp

“Başlangıcı olmayan başlangıcın ve sonu olmayan sonun hakkı için diyorum ki, dünyanın başından sonuna kadar senin gibi gönül yutan bir Muhammed yürekli bu aleme ne gelmiş ne de gelecektir.” dedi.

Ben Mevlana’nın hilminin derecesini anlamak için bu imtihanları yaptım. o nun iç alemi o kadar geniş ki, rivayet ve hikaye çerçevesine sığmaz.” der.

Kendisine hürmetle, sevgiyle yaklaşan diğer insanlara da çeşitli imtihanlar uygulamış, örneğin kendisinden para isteyince bütün parasını, malını mülkünü ayaklarına seren Hüsameddin Çelebi’ye Velilerin gıpta ettiği bir makamı müjdelemiştir. O servetin içinden de sadece bir dirhem alır. Geri kalanını Hüsameddin’e bağışlar.

Mevlana ve Şemsi Tebrizi’ye gönül verenler bu haldeyken, sohbetlerden ve bu sofradaki zenginlikten mahrum kalanlar Şems’ten kendilerine bir gönül hoşluğu gelmediğini öne sürüp kıskançlık içinde fitne tohumlarını atmaktadırlar. Dedikodularla atılan düşmanlık tohumları iyice olgunlaştığında Şems, bir gece aniden Konya’yı terk ederek kayıplara karışır. o n altı ay boyunca hiçbir haber alınamaz.



Kayıt tarihi : 19.08.2006 - Toplam yorum : 0


Yeni yorum girAç/Kapa

Bu ayrılık süresince Mevlana tekrar eski haline gelmek, halka ve derslerine dönmek şöyle dursun, kimseyle görüşmez konuşmaz, medresesini büsbütün bırakır, keder içinde yalnızlığa çekilir. Hastalanır. Artık neredeyse can verecekken, Şam’dan gelen mektupla canlanır. Şems ikinci kez Konya’ya gelir. Birkaç ay süren sohbetler, görüşmeler neticesinde yine fitneler düşmanlıklar baş gösterir. Bunun üzerine Şems, tekrar kayıplara karışır...

Mevlana için yine ayrılık başlamıştır, coşkun bir aşk ve cezbe halinde aylarca gözyaşı döker gazeller söyler, her gelenden o nu sorar, yalan haber getirenlere bile üstünde ne varsa verir, doğru haberi verene canını teslim edeceğini söyleyerek...

Bu arada fesat ve dedikodu çıkaranların çoğu, bu yolla Mevlana’yı kendilerini döndüremeyeceklerini anlar, bazıları da Şems’in kıymetini fark ederek pişmanlık içinde özür dilerler.
Birkaç ay sonra Şems-i Tebrizi’nin Şam’da olduğu haberi gelince Mevlana halini anlatan mektuplar gönderir, yalvarır, dualar eder. Nihayet üçüncü mektuba aylar süren bekleyişten sonra karşılık gelir. Şems de aynı coşkunlukla o na cevap gönderir.

Mektubu alan Mevlana, hemen oğlu Sultan Veledi çağırıp eline dördüncü mektubu vererek şunları söyler:

“Birkaç arkadaşınla Mevlana Şems’i aramaya git. Giderken şu kadar gümüş ve altın parayı da beraberinde götür. Bu paraları Şam’da O Tebriz Sultanının ayakkabısı içine dök ve o nun mübarek ayakkabısını Rum tarafına çevir. Benim selamımı ilet ve âşıklara yaraşır secdemi O’na arz et. Şam’a ulaştığın vakit,Cebel-i Salihiye’de meşhur bir han vardır, doğru oraya git. Orada Mevlana Şemseddin’in güzel bir Frenk çocuğuyla satranç oynadığını görürsün. Sonunda oyunu Şems kazanırsa, Frengin malını alır. Frenk çocuğu kazanırsa, Şems’e bir tokat vurur. Sen o nun vurduğunu görünce hata edip kızmayasın. Çünkü o çocuk kutuplardandır. Fakat o kendini iyi tanımıyor. Şems’in sohbetinin bereketi ve inayeti ile halinin olgunlaşması lazımdır.”

Sultan Veled, babasının dediklerini aynen yaparak yanındaki adamlarla birlikte yola çıkar. Şam’a varınca hemen hana gider. Şems, Mevlana’nın söylediği gibi bir frenk çocuğuyla satranç oynamaktadır. Sultan Veled, babasının mektubunu, armağanlarını Şems’e teslim ettikten sonra, bütün dostların yaptıklarından pişman olduklarını kendisini saygı ve hasretle Konya’da beklediklerini anlatır. Yalvarıp türlü niyaz ve ricalarla o nu dönmeye ikna eder. Birlikte yola çıkarlar. Şemsi kendi atına bindiren Sultan Veled, aşk ve neşe içinde Konya’ya kadar yayan olarak gelir. Şems o nun gösterdiği bu saygı ve bağlılıktan çok hoşnut kalır, o na övgü dolu sözler söyler. Uzun bir yolculuktan sonra, Konya’ya yakın Zencirli Hanı’na geldiklerinde babasına müjdelemek için şehre bir derviş gönderir. Mevlana bu müjdeyi duyunca üstünde ne varsa çıkarıp dervişe verir. Konya halkına haber salıp emirlerden, bilginlerden, fakirlerden ve ahilerden o nu karşılamak isteyenlerin toplanmasını ister. Kendisi de ata binerek bütün Konya ileri gelenleri ve ahalisiyle birlikte Şems’i şehre getirir.

Bu defa da altı ay boyunca medresedeki bir hücrede baş başa kalırlar. Yanlarına kuyumcu Selahaddin ve Sultan Veled’den başkası girememektedir. Mevlana’nın Şems’e bağlılığı bu son gelişte daha da artmıştır. Öylesine kaynaşmışlardır ki, artık ayrılık mümkün görünmemektedir. Şems, himmet ve teveccühleriyle Mevlana’yı daha da olgunlaştırmış aşk ateşiyle pişirip Hakk’a vuslatı sağlamıştır. Daha önce Şems’e muhalefet edenler de gelip birer birer özür dilerler.
Onun rahat edebilmesi ve hizmetinin görülmesi için evde evlatlık olarak yetiştirilmiş Kimya adındaki genç ve güzel kız Şems’e nikah edilir.

Ama bu sefer de müritler arasında kıskançlık başgösterir. Mevlana’nın diğer oğlu Alaeddin Çelebi bile edebi aşan birkaç davranışıyla kıskançlığını dile getirir. Bu arada Şems’i sevmeyenler de her fırsatta muhalefete, hakaret, iftira ve düşmanlık dolu hareketlere yönelirler.

Şems ile Mevlana, sohbet ve irşadın son merhalelerini, en güzel dönemlerini yaşarken o nlar da dışarda kaynamaya, taşkınlık etmeye başlarlar. Artık Mevlana, istenen mertebeye gelmiş Şems’in irşad vazifesi tamamlanmış, daha önce kendisine bildirilen hüküm gereğince başını feda etme zamanı gelmiştir.
Hanımı Kimya Hatun da rahatsızlanıp vefat etmiştir. Bu haberin şehre yayılmasından sonra o nu ne pahasına olursa olsun uzaklaştırmak ve Mevlana’yı elinden kurtarmak(!) isteyenler bir plan kurup bu iş için yedi kişi seçerler.

1247 yılının Aralık ayında, aralarında Mevlana’nın oğlu Alaeddin Çelebi’nin de olduğu rivayet edilen bu yedi kişi medresenin avlusunda pusuya yatar. Bir derviş kapıdan seslenerek Şems Hazretlerini dışarı çağırır. Şems derhal yerinden kalkıp çıkarken Mevlana’ya:
“Görüyormusun beni dönüşü olmayan bir davetle dışarıya çağırıyorlar!” diyerek vedalaşıp çıkar.

Sonra bir “Allah “ feryadı yankılanır gecede...

Kapı açıldığında ise, ortalıkta kimseler yoktur.

Sadece birkaç damla kan lekesi görülür yerde...

Başka da bir iz bulunamaz.

Bu son ayrılıktır. Mevlana yine aylarca süren bekleyişe, diyar diyar gezip aramaya başlar. Ama o nu maddeten olmasa da manen kendinde bulduğunu şu dizelerle dile getirir:

“Beden bakımından o ndan uzağız amma;

Cansız bedensiz ikimiz de bir nuruz;

İster O’nu gör, ister beni...

Ey arayan kişi! Ben O’yum, O da ben”



Kayıt tarihi : 19.08.2006 - Toplam yorum : 0


Yeni yorum girAç/Kapa

BİZ BU BAYRAMDA VURULDUK

 

Biz bu bayramda vurulduk. Kocaman bir bomba düştü üzerimize... Ben 12 yaşındayım, kardeşim 7... Ben görmedim, annem çok ağlamış biz ölünce. İkimizin de küçücük elleri vardı, bulamadılar, yoksa mutlaka bırakırlardı kabrimize...

 

Biz bu bayramda vurulduk... Küçücük bir kurşun değdi yüreğimize, meğer ölmek ne kadarda kolay bir şeymiş. Amerikalı askerler, gösterdiler hepimize. Yinede bir sevinç var içimizde... Biz öleceğiz ve daha güzel olacak Dünya... Biz öleceğiz ve daha güzel olacak Dünya... Yoksa siz duyarsız Müslümanlar, döner miydiniz sırtınızı bize... Biz bu bayramda öldürüldük, yanlışlıkla bir tankın paletleri geçti üzerimizden... Mutlaka seyretmişsinizdir, toprağa bulanan cesetlerimizdi o nlar… Belki haber bültenlerinde de görmüşsünüzdür. Ben koşuyordum... Kardeşimin ayağı takıldı, o nu kaldırmak istemiştim yerden, görmediler, gözleri yok ki tankların... Yoksa öldürmezlerdi bizi. Yok, o kadarda cani olmazlar öyle değil mi? Biz bu bayramda bomba ve kurşun yedik. Öyle can verdi bedenlerimiz… Gıyabımızda cenaze namazımızı kılsaydınız isterdik. Yaşarken zaten yanımızda değildiniz, ama mutluyuz yinede... Biz bu Bayram da evimizde değildik.

Kurşun insan vücudunu delebilirmiş, bir ev yıkıldığında mezara benzermiş, yaralıları öldürmek hiçte zor değilmiş... O bildiğiniz tanklar var ya; bir CAMİ yi rahatlıkla yerle bir edebilirmiş. Hepsini gördüm ama ama birde siz görebilseydiniz. Biz bu bayramda, annemizin elinden öpemedik, yalnızca katledildik. Siz yinede hoşgörüyle bakın her şeye... Kültürler arasında diyalog kurun… Aman haa, sakın medeniyetler çatışmasın. Siz rahatlıkla yiyin ekmeğinizi, biz birazdan öleceğiz.... 3 günlük dünya birde aç kalacak değilsiniz ya. Biz bu bayramda babamızın elinden tutup bayram namazına gidemedik. Ezanı da duyamadık hiçbirimiz, şimdi bir ezan olup dolaşmak vardı uykularınızın üzerinde. Ama yinede ulaşamadı sesimiz, çünkü bütün minareleri yıktılar. Birde müezzinler çağırırken sizi, ROCK müzikle dans ediyordu AMERİKAN ASKERLERİ… İşte bir MİNARE daha, hadi yok edelim hepsini... Siz bayram ederken biz, sonsuz bir uykuda bombaların sesini dinledik... Ruhumuz sessizce göğe yükselirken, bir o kadarda sessizdi bedenlerimiz. Bu bayram da biz, liderlerin kınadığı, operasyonların isimsiz kurbanları ve her zamanki gibi İslam âleminin adını saygıyla andığı ŞEHİTLERDİK... Şehitlerdik hepimiz…

Biz bu bayramda namert bir pusuya düşürüldük… Evde bekleyenimiz kalmamıştı ve kesmiştik ümidi kardeşlerimizden. Hayatla ölüm arasındaki ince çizgide bir hayal olup kayboldu zayıf bedenlerimiz... Şimdi bir bayram daha yaklaşıyor... ALLAH’a adadığınız kurban niyetine binlerce kurban olduk, derken bir ölümle hepimiz… Biz bu bayramda kalbimizden vurulduk... Ruhlarınızı kaplayan ve gittikçe dünyaya yayılan büyük bir utancın karanlığında elveda dedik hayata... Siz mutlu olun yeter ki; Ellerinizde vahşeti kınayan üç beş pankart ve yanınızda utancınızla dönen bunca dolaba ve yapılan denge hesaplarına nasıl dur diyebilirsiniz ki...!

Ne yapabilir ki hayalet öfke operasyonlarının, vahşete omuz veren hayaletleri… Yalnızlığınız ve çaresizliğiniz bizim yalnızlıklarımızla birlikte kaybolacak... Şimdi üzülmeyin… Hayalet öfke, hayali insan… Hepiniz üzüldünüz halimize elbette ve kederle yaktığınız bir Amerikan sigarasını, derin derin içinize çektiğiniz dumanında kayboldu yüzleriniz... Aslında siz bizi hiç görmemiştiniz.....


BEN ZEYNEP, BEN FATMA, BEN AYŞE, BEN IRAKLI, BEN FELLUCELI…



Kayıt tarihi : 16.08.2006 - Toplam yorum : 1


Yeni yorum girAç/Kapa


Bu yazı kültür bakanlığı sitesinin türkçe açılan ana sayfasındaki
soldaki bayrak içindeki Mustafa Kemal resmiyle birlikte
Türkiye Cumhuriyetinin temeli Kültürdür
linki tıklanarak açılan sayfadaki

Atatürk İlkeleri bölümünden alınmıştır.
http://www.kultur.gov.tr

I.TEMEL İLKELER

1. Cumhuriyetçilik:
Türk milletinin karakter ve âdetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir. (1924)
Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir. (1933)
Cumhuriyet, yüksek ahlâkî değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir.... (1925)
Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilâtımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükümet teşkilâtıdır ki, o nun adı Cumhuriyet'tir. Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millet ve millet hükümettir. (1925)

2. Milliyetçilik:
Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına Türk Milleti denir. (1930)
Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir soyun evlâtları ve hep aynı cevherin damarlarıdır. (1932)
Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluma dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur. (1923)

3. Halkçılık:
İç siyasetimizde ilkemiz olan halkçılık, yani milletin bizzat kendi geleceğine sahip olması esası Anayasamız ile tespit edilmiştir. (1921)
Halkçılık, toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir toplum sistemidir. (1921)
Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil fakat kişisel ve sosyal hayat için işbölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek esas prensiplerimizdendir. (1923)

4. Devletçilik:
Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Kişilerin özel teşebbüslerini ve şahsî faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir milletin ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak. (1936)
Prensip olarak, devlet ferdin yerine geçmemelidir. Fakat ferdin gelişmesi için genel şartları göz önünde bulundurmalıdır. (1930)
Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılmaz; bununla beraber, hiçbir piyasa da başıboş değildir. (1937)

5. Lâiklik:
Lâiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti de demektir. (1930)
Lâiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkânını temin etmiştir. (1930)
Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. (1926)

6. Devrimcilik:
Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların, (devrimlerin) gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görüşleriyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır. (1925)
Biz büyük bir inkılâp yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. (1925)

IL BÜTÜNLEYİCİ İLKELER:

1. Millî Egemenlik:
Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu millî egemenliktir. Milletin kayıtsız şartsız egemenliğidir. (1923)
Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin sağlanması, istikrarı ve korunması ancak ve ancak tam ve kesin anlamıyla millî egemenliği sağlamış bulunması ile devamlılık kazanır. Bundan dolayı; hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir. (1923)

2. Millî Bağımsızlık:
Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasî, malî, İktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam seferberlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir. (1921)
Türkiye devletinin bağımsızlığı mukaddestir. O, ebediyen sağlanmış ve korunmuş olmalıdır. (1923)

3. Millî Birlik ve Beraberlik:
Millet ve biz yok, birlik halinde millet var. Biz ve millet ayrı ayrı şeyler değiliz. (1919)
Biz millî varlığın temelini,millî şuurda ve millî birlikte görnıekteyiz.(1936)
Toplu bir milleti istilâ etmek, daima dağınık bir milleti istilâ etmek gibi kolay değildir. (1919)

4. Yurtta Barış Dünyada Barış:
Yurtta sulh, cihanda sulh için çalışıyoruz. (1931)
Türkiye Cumhuriyeti'nin en esaslı prensiplerinden biri olan yurtta sulh, cihanda sulh gayesi, insaniyetin ve medeniyetin refah ve terakkisinde en esaslı âmil olsa gerektir. (1933)
Sulh, milletleri refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. (1938)

5. Çağdaşlaşma:
Milletimizi en kısa yoldan medeniyetin nimetlerine kavuşturmaya, mesut ve müreffeh kılmaya çalışacağız ve bunu yapmaya mecburuz. (1925)
Biz Batı medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. o nda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz. (1926)

6. Bilimsellik ve Akılcılık:

a) Bilimsellik:
Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. (1924)
Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet bilimdir. (1933)

b) Akılcılık:
Bizim; akıl, mantık, zekâ ile hareket etmek en belirgin özelliği-mizdir. (1925)
Bu dünyada her şey insan kafasından çıkar. (1926)

7. İnsan ve İnsanlık Sevgisi:
İnsanları mesut edeceğim diye o nları birbirine boğazlatmak insanlıktan uzak ve son derece üzülünecek bir sistemdir. İnsanları mesut edecek yegâne vasıta, o nları birbirlerine yaklaştırarak, o nlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir. (1931)
Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız. (1936)



Kayıt tarihi : 8.08.2006 - Toplam yorum : 2

HEPSİNİ BİLSEMDE TEKRAR,TEKRAR OKUMAKTAN KENDİMİ ALAMIYORUM.SAOL DOSTUM MAKRO..:)))

RİCA EDERİM KARDEŞİM MARTI.


Kayıt tarihi : 9.08.2006 04:40:00 - Yorum sahibi: gazozkapaa

 


Kayıt tarihi : 16.08.2006 12:57:00 - Yorum sahibi: makro3002


Sayfa : <<   <  1 2 3  >   >>

Günlük yazmak için üye girişi yapmalısınız, üye girişi yapmak için buraya tıklayın.




Günlük nedir? | Günlüklerim | Yeni kayıt | Günlük ara

100% Güvenli Bölge
İş ortaklığı | Web Master | Hakkımızda | Sık Sorulanlar | Bize Ulaşın
birmilyon.com bilgi merkezli bir sitedir, bilginin paylaşılması ve çoğaltılması ilkesine dayanarak,
birmilyon.com da yer alan hertürlü soru ve bilgi yarışması tamamen paylaşıma açıktır.
Seçkin üyelik | Bilgi yarışmaları | Kelime ve Zeka Yarışmaları | Günlük | Foto kulüp | Bir sorum var | Serbest kürsü
Normal üyelik | Bilgi yarışması | Çocuk yarışması | Soru gönder | Bir işlem | Bir kelime | Timsah avı
Kullanım Şartları | Güvenlik ve Gizlilik | birmilyon.com V8 turbo

Bilgi Yarışması

7,128906E-02