Senelerce,senelerce evveldiBir deniz ülkesindeYaşayan bir kız vardı, bileceksinizİsmi Annabel Lee...Hiçbir şey düşünmezdi sevilmektenSevmekten başka beniO çocuk ben çocuk , memleketimizO deniz ülkesiydi,Sevdalı değil karasevdalıydıkBen ve Annabel Lee...Göklerde uçan melekler bileKıskanırlardı bizi.Bir gün iste bu yüzden göze geldi,O deniz ülkesinde,Üşüdü rüzgarından bir bulutunGüzelim Annabel Lee...Götürdüler el üstündeKoyup gittiler beni,Mezarı oradadır simdi,O deniz ülkesinde.Biz daha bahtiyardık meleklerdenOnlar kıskandı bizi ,Evet ! bu yüzden şahidimdir herkesVe o deniz ülkesi...Bir gece bulutunun rüzgarındanÜşüdü gitti Annabel Lee.Sevdadan yana kim olursa olsun,Yasça basça ileri,Geçemezlerdi bizi;Ne yedi kat göklerdeki melekler,Ne deniz dibi cinleri,Hiçbiri ayıramaz beni sendenGüzelim Annabel Lee.Ay gelip ışır, hayalin irileşirGüzelim Annabel Lee;Bu yıldızlar gözlerin gibi parlarGüzelim Annabel Lee,Orda gecelerim, uzanır beklerimSevgilim,sevgilim ,hayatim,gelinimO azgın sahildeki,Yattığın yerde seni.
EDGAR ALLAN POE
Hep kendi kendime sormuşumdur İspanya ligindeki maçları izlerken neden bu Deportivo'nun sahasında hep bir Türk bayrağı asılı kale arkasında diye. Sonunda öğrendim ve çok hoşuma gitti :Deportivo La Coruna´nin kale arkasındaki Türk bayrağının anlamı şu, Deportivo, Galesia bölgesinin takımıdır, eskiden Türklerin orada yaşadığı rivayet edilir. Deportivo'lu taraftarlar ile Celta Vigo´lu taraftarlar birbirlerini hiç sevmiyorlarmış. Aşağı yukarı 20 yıl önce Celtali'lar bu nedenle Deportivo'lulara Türk demeye başlamışlar, ama hakaret anlamında. Ama Deportivo'lu taraftarlar bunu hiç hakaret diye algılamamışlar. Hatta kendi deyimleri ile ´Türk gibi güçlü´ görünmekten cok hoşlanmışlar. İşte bu yüzden her maçlarında en az 1 Türk bayrağı açıyorlar. Bir daha seyrederken dikkat edin, yüzde yüz görürsünüz.
Birkaç Fransız kantinde gevezelik ederken içlerinden biri sorar:
-Gutenberg kim. Biliyor musunuz?
-Hayır, der ötekiler.
-Güzel, sizde benim gibi gece kurslarına gitseydiniz, Gutenberg'in basım makinesini bulan kişi olduğunu bilecektiniz.... Ya Panmentier'i?
-Güzel, sizde benim gibi gece kurslarına gitseydiniz, Panmentier'in patatesi bulan kişi olduğunu bilecektiniz.Eğer gece kurslarına gitmezseniz yasam boyunca....
İste o zaman, aralarında lehimci olanı öfkelenip patlar :
-Oldu, anlaştık! Gutenberg'i, Panmentier'i bilmiyoruz. Sen Totoche kim biliyormusun?
-Hayır!
-Peki, öyle ise öğren! Totoche, sen gece kurslarına giderken karınla yatan heriftir!
İyi bilinen bir konuşmacı, seminerine 20 dolarlık bir banknotu göstererek başladı. 200 kişinin bulunduğu odaya, bu parayı kim ister diye sordu ve eller kalkmaya başladı. Konuşmacı bu parayı sizlerden birine vereceğim fakat öncelikle bazı şeyler yapacağım dedi. Parayı önce buruşturdu ve dinleyicilere hala bu parayı isteyen var mı diye sordu, eller yine havadaydı. Bu sefer, konuşmacı peki bunu yaparsam dedi ve $ 20 i yere attı o nun üstüne bastı, ezdi, pisletti ve para şimdi pis ve buruşuktu, fakat eller yine havadaydı ve o parayı herkes istiyordu. Ve konuşmacı söyle dedi:- Arkadaşlarım burada çok önemli bir şey öğrendiniz. Burada paraya ne yaptıysam hiç önemli değil o nu yinede istiyorsunuz, çünkü benim o na yaptığım şeyler o nun değerini düşürmedi, o hala 20 dolar.Hayatımızda çoğu kez verdiğimiz kararlar veya hayat şartları nedeniyle hırpalanır, canımız acıtılır, yerden yere vuruluruz,kendimizi kötü hissederiz, fakat ne olduğu yada ne olacağı önemli değil, hiçbir zaman değerimizi kaybetmeyiz,temiz yada pis, hırpalanmış yada kırılmış, bunların hiçbiri önemli değildir. Seni sevenler senin ne kadar değerli olduğunu her zaman bileceklerdir. Hayatımızın değeri ne yaptığımız veya kimi tanıdığımızla değil kim olduğumuzla alakalıdır. Sen mükemmelsin, bunu asla unutma. Her zaman elinde olanları düşün olmayanları değil.
1-Batı ve Kuzeybatı topraklarında buraların gerçek sahipleri Kızılderililer devlet kuracak.
2-Dünyanın en yoğun Ermeni nüfusunun yaşadığı Los Angeles ve Kaliforniya'da büyük Ermenistan kurulacak. Türkiye ile Azerbaycan arasına sıkışmış küçüğünden pek fayda yok da...
3-Amerika'nın canı ciğeri, en kral müttefiki Peşmergelere petrol bakımından zengin Texas eyaleti bırakılacak. Burada , AB ve ABD normlarında tam demokratik derebeylik kurulacak. Peşmergeler petrol geliri ile yesin, içsin, semirsin, değil mi ama? Daha sonra üretime başlayıp Amerikanın arka sokakları için eroin, kokain, esrar üretecekler.
4-Meksikalının elinden katakulli ile alınan Arizona , New Mexico gibi eyaletler tekrar Meksika'ya bırakılacak.
5-Tüm tarihi boyunca Afro-Amerikalılara zulüm yapan ABD, tazminat olarak ırk ayırımının en çok yaşandığı güney eyaletlerini Siyahlara bırakacak.
6-Nüfusunun %60'ını Latin asıllılar ve özellikle Kübalıların oluşturduğu Florida ve çevresi bir iyiniyet göstergesi olarak Küba'ya bırakılacak.
7-İzmir'de denize dökülen ve Kıbrıs'ta Osmanlı tokadını yiyen Rum'ların acısını paylaşmak için deniz manzaralı Atlantik kıyısındaki eyaletlerde Pontus devleti kurulacak. Karadeniz'in yerini tutmaz ama olsun....
8-Bu haritada gözükmeyen Alaska eyaleti, gerçek sahibi Rusya'ya bırakılacak.
9-ABD'nin resmi dili İspanyolca olacak.
hayatta bir kez gittiğinde dönmeyen 3 şey vardır.
zaman, sözcükler ve fırsattır
hayatta hiç bir zaman kaybedilmemesi gereken 3 şey vardır.
Barış, umut ve dürüstlüktür.
Hayatta en değerli 3 şey
Sevgi, kendine güven ve arkadaşlıktır.
Hayatta hiç emin olunmayacak 3 şey vardır.
Düşler, başarı ve zenginliktir.
Hayatta insanı geliştiren 3 şey vardır.
Çok çalışma, samimiyet ve başarıdır.
Hayatta insanı mahveden 3 şey vardır.
Cesaretsizlik, gurur ve öfkedir.
Dün rüya yarın hayaldir.
Dünü mutlu yarını umutlu yapan bugündür.
onun için bugüne iyi bak gülümse))))))
Farklı milletlerin ' kadına bakış açısı' konulu bir toplantı. Soru: Bir kadının elini niye öpersin? Fransız, "Saygımdan öperim" der. Alman'ın cevabı şöyle olur: "Kadınlar kutsal varlıklardır, o yüzden öperim." sıra Türkiye'yi temsil eden Temel'e gelir. Soru aynı: Bir kadının elini niye öpersin?
Biraz düşünen Temel cevap verir: "Valla bir yerden başlamak lazım."
Nefreti aşmanın tek yolu var: Affetmek. Başkalarını affettiğimizde
biz özgürleşiriz.Nefret yaşamdan zevk almamızı, insanların güzel yanlarını görmemizi engeller.Hiç kimse saf iyi ya da saf kötü değildir.
Salt kötülükleri görmek bir süre sonra şüphe, depresyon ve umutsuzluk
denizinde boğar insanı. Nefret dolu bir yaşam, mutsuz bir yaşamdır.
Affetmek insanı derinleştirir.
Affetmek için, insanın ruhsal ve zihinsel olarak kendisini hazır
hissetmesi gerekir.Çünkü affetmek bir seçimdir.
Kimsenin zorlamasıyla affetmek mümkün değildir.
Affetmek bir süreçtir. Birdenbire affedişler bile bir sürecin ürünüdür.
Affetmeyi seçtiğinizde kimse size borçlanmayacaktır. Yani koşullu affetme
yoktur.
Diğer insanın da sizi affetmesini, değişmesini veya sizin istediğiniz gibi
olmasını beklemeyin.
Affetmek bir seçimdir.
Amacı sizin rahatlamanızdır, sizin özgürleşmenizdir.
Nefret duyduğunuz kişinin yaşıyor ya da ölmüş olması sizin affetme
sürecinde duyduğunuz acıların yoğunluğunda bir farklılık yaratmayacaktır.
O acılar sizin acılarınız. Affetmek kolay değildir.Fakat özgürleşmek için gereklidir.
Çoğu insan affetmenin nefret ettiği kişiyi suçsuz ya da haklı bulduğu
anlamına geleceğini sanır. Oysa affetmek, geçmişteki anıların
boyunduruğundan kurtulmak, yaşamımızı kontrolü altında tutmasına son
vermek demektir.
Affetmek, o kişiyi sevmek değil.
Affetmek, o kişiyle konuşmak zorunda olmak değil.
Affetmek, o kişiyle ilişkiyi sürdürmek değil.
Affetmek, o kişinin beklentileri doğrultusunda davranmak değil.
Affetmek, o kişiyi kucaklamak değil.
Affetmek, o kişiyi suçsuz bulmak değil.
Affetmek, o kişiyi hakli bulmak değil.
Affetmek, o kişinin verdiği zararları telafi etmek için çaba göstermemek
değil.
Affetmek kırgınlığın, kızgınlığın, nefretin hapishanesinden özgürlüğe
çıkmaktır.
Affetmek artık acıyı hissetmemektir.Yapılanları zihinsel olarak unutmak
zaten mümkün değildir.
"Duygusal unutma" affetmenin diğer adıdır.
Kimya biliminin dehası Lavoisier'nin asıl eğitimi hukuktu ve kendisi Paris Barosu'na kayıtlı avukattı. Bilimsel gözlem ve yorum üzerine yaptığı konuşmalarıyla ünü tüm dünyaya yayılmıştı. Kimya bilimini reddeden yobazların kafasını gösterip "Bu kelleler hiçbir şeye yaramaz" dediği için tutuklandı. Aynı gün yargılanıp ölüme mahkum edildi.Lavoisier matematikçi Lagrange'ı çağırdı. "Kellem giyotinden sepete düştüğünde gözlerime bak;eğer iki kez kırpıyorsam bil ki, insan kafası kesildikten sonra bir süre daha beyninin düşünmekte olduğunu anlarız." Lavoisier'nin kafası kesildikten sonra sepete düştü ve gülerek iki kez göz kırptı.Matematikçi Lagrange diyor ki, "Lavoisier'nin son saniyedeki ispat arayışı, bilimin yüzyıllar sürecek meşalesidir. Ama o bilimi reddeden kafalar ufunet üretmek için yüzyıllarca karanlıkta sürünecekler..."
Dünya nüfusunu, mevcut halkların nispetlerini muhafaza ederek, 100 kişilik bir köy kadar küçültebilseydik bu köy şöyle olacaktı:57 Asyalı
21 Avrupalı,
14 Amerikalı (Kuzey,Orta,Güney)
ve 8 Afrikalı .Bunlarin 52'si kadın , 48'i erkek olacaktı. 30 beyaz , 70 beyaz olmayan,30 Hiristiyan, 70 Hiristiyan olmayan,89 heteroseksüel, 11 homoseksüel .6 kişi bütün servetin % 59'una sahip olacaktı ve bunların hepsi ABD kökenli olacaktı.
20 kişi iyi evlerde yaşayacaktı,
30 kişi okuma-yazma bilecekti,
1'i ölmek üzere , 1'i de doğmak üzere olacaktı.
1 kişi bilgisayar sahibi,1 kişi de (evet, sadece 1 kişi) üniversite mezunu olacaktı.
şimdi şunları göz önünde bulundurun:Eğer bu sabah hastalıklı değil de sağlıklı uyanmış iseniz, 1 hafta sonrasını göremeyecek olan 1 milyon insandan daha şanslısınız.Bir harp tehlikesi ile, işkence görmek ihtimali ile, aç kalma korkusu ile karşı karşıya değilseniz, 500 milyon insandan daha iyisiniz.
Tutuklanmaktan , işkence görmekten yahut öldürülmekten korkmadan ibadethaneye gidebiliyorsanız 3 milyar kişiden daha iyi bir sansa sahipsiniz.Buzdolabınızda yiyeceğiniz , üzerinizde elbiseniz ve başınızı sokup uyuyabileceğiniz bir eviniz varsa,dünyadaki insanların % 75'inden daha zenginsiniz.
Bankada ve cüzdanınızda para varsa, dünyanın en imtiyazli % 8'i arasındasınız
Anneniz, babanız sağ ise, siz bu dünyada nâdir kişilerden birisiniz.Eğer burada yazılanları anlayabiliyorsanız şanslısınız, çünkü okuma yazma bilmeyen 2 milyar kişiden biri değilsiniz.
gerçekten çok etkileyici
Çok güçlü, damızlık bir boğa köyündeki tüm ineklerle çiftleşmiş. İnekler yetmeyince diğer hayvanlara ve hatta köyün kadınlarına yan gözle bakmaya başlamış.
Bu durumdan rahatsız olan köy ahalisi ne yapsak diye düşünmeye başlamış. Köy ihtiyar heyeti toplanmış ve ünü tüm ülkeye yayılan boğayı devlet üretme çiftliğine satmaya karar vermiş.
Bakıcıları devlet üretme çiftliğine satılan boğayı ineklerin arasına salmış, aradan birkaç gün geçmiş ancak boğada hiç bir hareket olmamış.
Ağacın altında geviş getiren boğanın bakıcısı yanına gitmiş ve : - Boğa kardeş, köydeyken seni kimse tutamazdı, ne oldu hastamısın? diye sormuş. Boğa, bakıcısına yavaşça dönerek : - Eeee ne yapalım? Artık devlet memuru olduk, demiş...
*Irak'ta 140 bin kişilik Amerikan ve müttefik ordusunun yanında, 30 binkişilik bir özel ordunun da bulunduğunu biliyormuydunuz?Irak'ta sadece Temmuz ayında 3600 sivil öldü.Ortalama her ay 3000 sivilölüyor.Bugüne kadar ölen sivillerin sayısı yaklaşık 200 bincivarında.Bunların yaklaşık yüzde yirmisi direnişçiler tarafından düzenlenensaldırılarda öldü. Geriye kalanı, müttefik askerlerinin ve bu özel "ölümmangalarının" öldürdüğü tahmin ediliyor.Irak'lı sivillerin hatırı sayılırbir bölümü, Amerikan ve İngiliz özel güvenlik şirketleri içinde bulunansapık katiller tarafından öldürülüyor.*İşte ölüm timlerinin şok eden videosu ! *ABD'nin kanunları hiçe sayan ölüm timleri Irak'ta dehşet saçıyor... Konuile ilgili detaylı habere ve videoya aşağıdaki linkten ulaşabilirsinizarkadaşlar.*http://www.haber3.com/haber.php?haber_id=161170
Pamuk eller... Hadise, Keşan'da yaşanıyor... Hemen her şehirde ve ilçede olduğu gibi, Keşan'da da Atatürkçü Düşünce Derneği var.Ne iş yapar bu dernek? Atatürk devrim ve ilkelerinin, bugün olduğu gibi, gelecekte de egemen olmasına katkı sağlar.Sivil toplum kuruluşudur.Gönüllüler çalışır. Öğretmen, eczacı, diş hekimi, esnaf, çiftçi, işadamı, ev kadını...
Keşan Atatürkçü Düşünce Derneği'ne bir öğrenci gelir...Burs ister. Neden? Anlatır... "Babam, iş kazası geçirdi. Sakat kaldı. Tazminatsız olarak işten çıkarıldı. Şu anda çalışamıyor... Eğitim masraflarımı karşılaması mümkün değil. Bundan..."
(Buraya bir parantez açalım... Atatürkçü Düşünce Derneği'nden burs isteyen öğrencinin, başvurusunu bizzat yapması şart... Çünkü "aracı" ve "ricacı" kabul edilmiyor. Yani, torpil yasak... Devam edelim.)
Öğrenci başvurusunu yapar. İncelenir. Görülür ki, çocuk doğru söylüyor. Hemen burs verilir. Nasıl verilir? Bankadan... Öğrenciye bir ATM kartı verilir. Burs, öğrencinin adına açılan hesaba yatırılır. Öğrenci, her ay düzenli olarak bankanın istediği şubesine gider ve bursunu çeker.Neden böyle? Zorunlu şartlar nedeniyle yardıma muhtaç olan çocukları, Dernek çalışanları ile sürekli yüz yüze getirmemek ve öğrenciyi rencide etmemek için...
5 ay geçer... Her ay para yatar. Çocuk çeker.
Bir gün bir adam gelir, aynı, Keşan Atatürkçü Düşünce Derneği'ne.Koltuk değnekleriyle. Anlatır... "Ben, burs verdiğiniz şu şu öğrencinin babasıyım. İş kazası geçirdim. Gördüğünüz gibi, sakat kaldım. Çalışamadım. Bir lokma ekmeğe muhtaç hale gelmiştik... Evladıma sahip çıktınız. Hakkınızı ödeyemem... Ama şöyle bir gelişme oldu. Beni tazminatsız olarak işten atan işvereni, mahkemeye vermiştim. Davayı kazandım... Faiziyle birlikte tazminatımı aldım. Devlet de, malul maaşı bağladı. Evimize yeniden ekmek girdi." Sonra? Sonrası şu... "Evladıma verdiğiniz bursu topluca geri ödemek istiyorum. İster iade olarak alın, ister bağış olarak... Benim durumuma düşen başkaları da faydalansın."
Öder parayı... Fazlasıyla. Bu hadise, Keşan'da yaşandı. Ama, emin olun, Türkiye'nin dört bir yanında, devamlı yaşanıyor...Atatürk'ün kurduğu bu ülke, bu tür insanlarımız sayesinde ayakta duruyor.
Herkes elini taşın altına koyamaz. Ya fırsatı olmaz... Ya maçası yetmez... Anlarım. Ama herkes, elini cebine atabilir. Karınca kararınca...
Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi'nin telefonları şu... 0312-232 43 52. 0312-232 43 44. Oturduğunuz şehrin ya da ilçenin Atatürkçü Düşünce Derneği numarasını buradan alabilirsiniz.İnternete bağlıysanız...Orada da hepsi var zaten.
Ramazan. Haydi bankaya... YILMAZ ÖZDİL
Ondokuz yıl evveldi. Stockholm' e gitmiştim. Bir otele indim.Geceydi.Sabahleyin,tıraş olmak için lâvaboya gittiğimde, aynanın yanında ilginç bir yazı gördüm.Lütfen diyordu, tıraştan sonra jiletinizi çöpe atmayın.Yanda bir kutuvar, oraya bırakın. Bir tek jiletle dahi olsa, İsveç çelik sanayiine yardımcı olun.Doğrusu hayretler içinde kaldım. Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir. Birçok eşya üzerinde " İsveç çeliğinden yapılmıştır" diye yazardı.İşte o ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesiniistemiyor, o na sahip çıkıyor, gelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu.İsviçre' de zaman zaman, belli periyotlarda, radyolar, televizyonlar, basın bir haberi duyurur. Şu tarihte, şu saatte, adamlarımız gelecek. Siz lütfen hazırlığınızı yapın. Okumadığınız, ilgilenmediğiniz, kullanmadığınız ne kadar kitap, dergi, gazete varsa, kağıt, ambalâj, kutu varsa, velev ki, bir ilaç prospektüsü dahi olsa, kapınınönüne koyun. İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç ziyanına engel olun.Beş yaşında idim. Babaannem rahmetli, pirinç ayıklıyordu. Birtane yere düştü. Babaannem eğildi, aramaya başladı. Sağa bakıyor, sola bakıyor,bulmaya çalışıyor. Çocukluk işte, aman babaanne dedim. Bir pirinç tanesi için bukadar çaba harcamaya,yorulmaya değer mi? Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı, öfkeyle doğruldu. Sen oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun, dedi. Hiç pirinç üretilirken gördün mü?İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç tanesinde kaç insanın göznuru, alın teri, emeği, çilesi var biliyor musun? Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.Aradan yıllar geçti. Hukuk Fakültesinde öğrenciyim. Alain'in proposlarını okuyorum.Birden irkildim. Babaannemi hatırladım. Alain, bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa, bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur diyordu. İlâve ediyordu. Bir iğnenin üretiminde binlerce insanın alın teri, göz nuru, elEmeği vardır diyordu.Japonlar son derece sade, basit, yalın mütevâzı yaşayan>insanlardır.Evlerini mobilya ile eşya ile dolduranlar japonlara göre ruhen tekâmül edememiş, hayatın mânâsınıanlayamamış, zavallı kimselerdir.Böyleleriyle, zavallı, evinibelediye mezat salonuna çevirmiş diye eğlenirler. Bir insanın gösteriş için eşyanın esiri olması ne kadar acıdır. Vaktiyle Japon ekonomisi bir darboğazdan geçiyor. İç borçlar, Dış borçlar gırtlağı aşıyor. Zamanın başbakanı meclisi toplar. Kürsüye çıkar. Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri ile anlatır ve şu andan itibaren der, Allah şahidim olsun ki, Japonların iç ve dış borçları son kuruşuna kadar ödenmeden, pirinçten başka bir şey yemeyeceğim.Şu üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim. Dedikleriniyapar, en üstten en alta bir israftan kaçınma kampanyası açılır. Japonya bütün borçlarını öder. Bu durumun toplumun bütün kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadığını söylemeye gerek yok.Geçenlerde Japon imparatorunun sarayını gördüm. Yarabbim, ne kadar sade, ne kadar mütevâzı, ne kadar gösterişten uzak... Gerekmediği halde elektriği yakmakla, suyu kapamadan boş yereakıtmakta, biz de zalimler sınıfına geçmiyor muyuz? Hayat çok ince, akıl almaz incelikte ipliklerle örülmüştür. Her şey o kadar birbirine bağlıdır ki, ilkokul okuma kitabımızdaki bir sözü hiç unutmadım. Bir mıh bir nal kaybettirir. Bir nal, bir atı, bir at bir orduya savaşı kaybettirir diyordu. Maddî durumumuz ne olursa olsun,ister zengin olalım,ister fakir, hepimiz çok dikkatli olmak zorundayız. Bunda parayı da, maddiyatı da aşan büyük bir edep ve incelik vardır.
Bu hikaye bir babanın para ve değerli bir eşyayı kaybettiği için 5 yaşındaki kızına ceza verdiği zaman meydana geldi. Paranın bulunamadığı zor zamanlardı.
Noel gecesiydi, ertesi sabah küçük kız babasının yanına gelerek bir kutu uzattı ve <<Babacığım, bu senin için !>> dedi.
Baba hoşnut bir şaşkınlıkla baktı ama kutunun boş olduğunu görünce çok alındı;
Çok kaba bir şekilde: << Hediye yapmak istediğinde kutunun içine bir de hediye koyman gerektiğini bilmez misin sen?>>
Küçük kız yaş dolu gözlerle aşağıdan yukarı bakarak: << Baba... , o boş değil. O kadar çok öpücük koydum ki içine, ağzına kadar doldu >> dedi.
Babası o an hemen çömeldi, kızını kucakladı ve özür diledi.
Hayatının diğer kalan kısmında Baba bu kutuyu hep başucunun yanında sakladı ve her kötü hissettiğinde veya kendini kalpsiz biri olarak hissettiğinde, kutuyu açar ve kızının içine ne kadar çok sevgi doldurduğunu hatırlayarak içinden bir öpücük alırdı...
Her birimizin içinin çocuklarımızın, ailemizin, arkadaşlarımızın ve Tanrı’nın sonsuz sevgisi ve öpücükleri ile dolu birer kutusu var.